İSTANBUL (AA) -ÖMER BEHRAM ÖZDEMİR- Aylardır hazırlıkları yapılan ve resmi makamlardan gelen açıklamalarla sinyalleri verilen Fırat'ın doğusuna yönelik askeri harekat nihayet başladı. Barış Pınarı adıyla duyurulan harekatın başlamasının hemen ardından ABD başta olmak üzere pek çok ülke Ankara'nın harekat kararına karşı çıkan açıklamalarda bulundu. Bu açıklamaların temelinde ise uluslararası platformlarda terör örgütü YPG odaklı yıllardır devam eden propaganda tezleri farkediliyor.
Harekat karşıtı eleştirilere bakıldığında genel olarak iki teze dayandığını görülüyor. İlk olarak YPG'nin DEAŞ'a karşı mücadelede en etkili güç olduğu ve YPG'ye zarar verilmesi durumunda DEAŞ ile mücadelenin sekteye uğrayacağı tezi dillendiriliyor. YPG varlığının meşrulaştırılması çabaları çerçevesinde önemli yer tutan DEAŞ ile mücadele hususunda ABD başta olmak üzere Batı kamuoyu yaşanan süreci sadece kendi tezlerini güçlendirecek şekilde hikayeleştiriyorlar. 2013'ün son çeyreği ve 2014'ün ilk yarısında Suriyeli muhaliflerin DEAŞ ile verdiği kanlı savaşta Türkiye'nin kısıtlı desteği harici muhaliflere destek veren önemli bir aktör neredeyse yoktu. Muhalifler hava desteği olmadan DEAŞ unsurlarını İdlib ve Lazkiye kırsalından temizledi. Rakka başta olmak üzere Fırat nehri doğusundaki bölgelerde ise DEAŞ, Esed rejiminin de katkılarıyla galip geldi. Esed rejiminin muhalif mevzileri hedef alıp tam karşısında bulunan DEAŞ mevzilerini vurmaması tercihi Halep'in düşmesine kadarki sürede yıllarca sürekli şahit olunan bir stratejiydi. Yani muhalifler sadece hava desteğinden mahrum değildi. Aynı zamanda kendilerini hedef alan ama DEAŞ'ı görmezden gelen rejim sayesinde DEAŞ adeta bir hava desteği ile hareket ediyordu.
Rejimin muhalifleri bir numaralı düşman olarak konumlandırıp muhalifleri ezerek DEAŞ'a alan açması rejimin uluslararası kamuoyuna ileride sunacağı "ya ben ya DEAŞ" tercihinin inşası için gerekliydi. DEAŞ varlığının meşrulaştırıcı bu özelliğini YPG ve onun destekçileri de kullanmaya başladıklarında ise Suriye'de haritaların değişimi daha da hızlanmaya başladı zira YPG'nin yanında rejimde olmayan önemli bir silah vardı: Amerikan Hava Kuvvetleri.
- DEAŞ'ın 'meşrulaştırıcı' işlevi
Muhaliflere Halep kırsalında DEAŞ'a karşı destek vermeyen ABD, YPG'ye ise hem mühimmat ve silah hem de eğitim alanında yoğun destek verdi. Bu tavrın sonucu, muhaliflerin DEAŞ'a toprak kaybetmesi ve devamında da bu toprakların yoğun Amerikan hava desteği ile YPG eline geçmesiyle oluşan PKK koridoru oldu. ABD kendi eliyle Suriye sosyolojisiyle uyuşmayan ve aynı zamanda PKK'nın Suriye uzantısı olan bir örgütü büyütüp bu yapının DEAŞ'a karşı savaşabilecek yegane güç olduğu gibi bir illüzyonu da sahip olduğu devasa medya gücü vasıtasıyla bir "gerçeklik" olarak pazarladı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ise hem muhaliflerin destek sağlandığında DEAŞ karşısında neler yapabileceğini gösterdi hem de Amerikan hava desteğinden mahrum YPG'nin gerçek kapasitesi hakkında fikir verdi.
Türkiye'nin askeri müdahalesine karşı iddiaların dayandığı diğer tez ise bölgede Türkiye'nin demografik mühendislik peşinde olduğudur. YPG'ye meşruiyet kazandırmaya yönelik tezler, terör örgütünü Kürtlerin temsilcisi olarak lanse etmekte ve hatta uluslararası medyada örgütten çoğunlukla "Kürtler" olarak genelleyici bir şekilde bahsetmekteler. Buna ek olarak da YPG kontrolündeki bölgelere yapılacak askeri harekatın demografik bir trajediye yol açacağını öne sürülmekte. Lakin coğrafyanın gerçekleri bu tezler ile örtüşmüyor.
YPG'nin halen kontrol altında tuttuğu Münbiç, Tel Abyad, Rakka, Haseke ve Deyrizor Arap nüfusun çoğunluk olduğu bölgeler. Rasulayn, Amude, Kamışlı, Ayn el-Arab gibi nüfus olarak daha daha küçük olan ilçeler ise Kürt nüfusun çoğunluk olduğu bölgeler olmakla birlikte Ayn el-Arab haricinde YPG'nin siyasi olarak Kürt nüfus içinde desteğinin tarihsel olarak düşük olduğu bölgeler. YPG hem etnik hem de ideolojik olarak tutunması zor olan bu bölgede tek güç olabilmek için kaba kuvvet ile bizzat bir demografi mühendisliğine girişti. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından yayınlanan raporlarda YPGnin ele geçirdiği Arap topraklarında uyguladığı hukuksuzluklar ve bunun yol açtığı demografik değişimler belgelendi. Keza 2011'de rejime karşı halk ayaklanmasının patlak verdiği ilk bölgelerden olan Amude ve Kamışlı'da rejim karşıtı gösterilere silahla müdahale edenlerin yine örgüt mensupları oldukları şahitlikler ve görsel malzemelerle kayıt altında. Kürt nüfus içerisinde kendisine karşı en ufak bir çatlak ses istemeyen YPG'nin baskıcı siyaseti binlerce Suriyeli Kürdün topraklarını terk etmesine yol açarken bölgede YPG'nin tek sesliliğine karşı seçenek çıkmasını da imkansız hale getirdi.
Yaşanılan süreç gösteriyor ki önümüzdeki haftalar ve aylar YPG'nin Batılı destekçilerinin niye YPG'yi destekliyoruz ve niye Ankara'yı cezalandırmalıyız temalı çalışmalarına sahne olacak. Bu yüzden öncelikle uluslararası kamuoyuna pazarlanan "DEAŞ ile savasta tek seçenek ve Kürtlerin tek temsilcisi YPG hikayesinin" anlatılmayan, karanlıkta bırakılan noktalarına bakmakta fayda var.
[Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ortadoğu Enstitüsü'nde (ORMER) araştırma görevlisi olan Ömer Behram Özdemir Suriye, DEAŞ ve devlet dışı aktörler hakkında çalışmaktadır]