Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Pediatrik Probiyotik, Prebiyotik ve Mikrobiyota Derneği Başkanı Prof. Dr. Ener Çağrı DİNLEYİCİ sözlerini şu şekilde sürdürdü: “ 2010 yılından itibaren önce bilim dünyasının daha sonrasında ise toplumun ve medyanın gündemine girdi mikrobiyota. Tanımlanması yeni olmakla birlikte insanoğlu varoluşundan beri mikrobiyotası ile birlikte yaşamaktaydı, yeni olan sadece bunu farketmemiz. Mikrobiyota vücudumuzda başta bağırsaklarımız olmak üzere tüm organlarımızda bizimle birlikte yaşayan mikroplar, yani bakterileri, virüsler ve diğerleri. Aslında önemli değişim bu noktaydı geçmişte bizi hasta eden bakterilerin yanında bizimle birlikte yaşadığında sağlıklı olmamızı sağlayan, birçok hastalıktan koruyan bakterilerin olduğu öğrendik. Mikrobiyom ise bizim ile birlikte yaşayan bakterilerin ve diğer mikroorganizmaların genetik özelliklerini de tanımlamaktaydı. Sonuçta bizim bedenimiz, genetik özelliklerimiz, mikrobiyota elemanları ve onların genetik yükü hep birlikte yaşıyoruz. Tüm bu nedenlerin ışığında 27 Haziran günü tüm dünyada Dünya Mikrobiyom Günü olarak belirlenip, sağlıklı mikrobiyotanın korunması hedeflenmektedir.
Bizim ile birlikte yaşayan 100 trilyon mikroorganizma var ve bunların tamamına mikrobiyota diyoruz. Gökyüzünde ki yıldızlardan sayıca daha fazla olan bu mikroorganizmaların %95’i bağırsağımızda ve sayıları bizim hücre sayımızın 1.3 katı. Bu mikroorganizmaların gen yükü ise bizim 150 katımız. 10.000’den farklı bakteri yalnızca bağırsağımızda var ve ağırlıkları da yaklaşık 2 kg. 2019 yılına geldiğimizde, tüm hastalıkların %90’nın mikrobiyota ile az ya da çok ilişkisi olduğu düşünülüyor ama halen kesin neden ve sonuç ilişkisi kurulabilmiş değil. Mikrobiyotamızın en büyük dezavantajı genetik özelliklerimize göre çok çabuk değişikliklere uğruyor olması ama bu aynı zamanda mikrobiyotamızı korumak için ümit verici. Son söz de mikrobiyotanız parmak iziniz gibi, hem size özel ama aynı zamanda geçtiğiniz her yerde bir iz bırakıyorsunuz, kolayca bulunabileceğiniz.
Kötü senaryo aslında mikrobiyota dengesinin bozulmasına neden olan birçok faktörün bir arada olması. İnsanların doğal olandan ve doğadan uzaklaşması, teknolojinin getirdiği az hareket eden ve çok tüketen dünya için birçok hastalık alarm düzeyinde. Bunların başında obesite geliyor. Tüm dünya hızla şişmanlıyor. Diyabet, kalp hastalıkları ve kanser de önemli sağlık sorunları. Bedensel sağlığın bozulmasının bu ürkütücü yanları dışında, ruhsal sağlığın bozulması da bir başka alarm veren durum. Depresyon sıklığında artış var ve artık çok küçük yaşlarda dahi depresyon tanısı konulabiliyor. Mikrobiyotanın bozulmasının tüm bunlarda payı var, ama temelde tek faktör değil tabii ki. Bunların yanında hepimizi en çok endişelendiren konu ise “antibiyotik direnci”. Antibiyotiklerin gereksiz ve çok kullanılması sonucu tüm dünyada, hekim olarak hastayı tedavi edebileceğimiz antibiyotik seçenekleri çok kısıtlanmış durumda.” Dedi.
HEDEF SAĞLIKLI MİKROBİYOTA
Peki mikrobiyotamızı korumak için neler yapabiliriz?
SAĞLIKLI GEBELİK: Mikrobiyota çalışmaları net olarak gösterdi ki bir bebeğin mikrobiyotasının gelişmesi anne karnında başlıyor. Annenin sağlıklı bir gebelik geçirmesi bebeklik ve sonrası döneminde çok önemli. Annenin gebe kaldığı gün kilolu olmaması, gebelik sırasında dengeli beslenmesi önemli. Bunun yanında annenin gebelik sırasında psikolojisinin iyi olması, bu anlamda desteklenmesi, kısacası mutlu bir gebelik geçirmesi bebek için de çok kıymetli.
SEZARYEN YERİNE NORMAL DOĞUMUN DESTEKLENMESİ: Mikrobiyota bütünlüğünün bozulmasında sezaryen ile doğum en önemli faktörlerden biri. Kadın doğum hekiminin gerekli gördüğü durumlar dışında sezaryen doğumdan kaçınmak ve normal doğumu tercih etmek önemli. Sezaryen rakamları ülkemizde çok yüksek düzeyde ve bunu uygun düzeltmek için önlemler almak şart. Hep altını çizdiğim konuyu tekrar söylemem de gerekli, normal doğum mikrobiyota çok önemli ancak anne ve bebeğin yararının söz konusu olduğu, kadın doğum hekiminin sezaryen kararı da çok önemli.
ANNE SÜTÜ: İlk 6 ay tek başına, sonrasında da verebilen annelerin 2 yaşına kadar diğer besinler ile birlikte emzirmesinin mikrobiyota üzerinden tüm yaşam boyu olumlu etkileri olduğu net. Anne sütü ile beslenen bebeklerin ileri yaşlarda birçok hastalıktan koruyucu olduğu gösterilmiş durumda. Anneleri anne sütü ile beslenme konusunda motive etmek ve desteklememiz gerekli. Birkaç yıl öncesine kadar anne sütünün steril olduğunu, ve içinde hiçbir bakteri bulunmadığını düşünüyorduk. Son yıllarda yapılan çalışmalarda anne sütünün içerisinde farklı türlerde bakterilerin bulunduğunu ve bunların prebiyotikler ile birlikte bebeğin sindirim sistemi ve savunma sistemi üzerine olumlu etkilerinin olduğu gösterildi.
AKILCI ANTİBİYOTİK KULLANIMI: Antibiyotikler ciddi enfeksiyonların tedavisinde tek silahımız. Ancak antibiyotikleri gereksiz yere kullanılması durumunda bağırsak mikrobiyotasında ciddi ve uzun süreli bozulmalara neden olabiliyor. Doktorunuzun uygun gördüğü koşullarda, önerilen sürede antibiyotik kullanmak tek çözüm.
DOĞA İLE DAHA ÇOK ZAMAN: Son yıllarda özellikle çocuklarda devamlı olarak ev içerisinde bulunmasının, daha doğrusu “ayağının toprağa basmamasının” mikrobiyota üzerine olumsuz etkileri olduğu gösterildi. Çocukların yeşil alanlarda bulunması, doğa ile barışık büyümesi önemli. Bununla birlikte annenin hamileliğinden itibaren evde köpek bulunmasının çocuğun savunma sistemi üzerine olumlu etkilerinin olduğu gösterildi. Ebeveynlerin sigara içmemesi de diğer tüm yararları yanında çocuğun mikrobiyotası için de çok önemli.
SAĞLIKLI BESLENME: Endüstriyel ve işlenmiş ürünlerin tüketiminin de mikrobiyota üzerine olumsuz etkileri var. Dengeli ve mümkünse kendi kültürüne ait olan besin ögelerinden oluşan bir beslenme önemli. Beslenmenin mikrobiyota üzerine etkileri ile ilgili çalışmalar devam ediyor. Bu anlamda popüler beslenme önerilerinden çok, kültürel zenginliklere sahip kendi coğrafyamıza ait beslenme önemli. Akdeniz tipi beslenme şu anda mikrobiyota çeşitliliği üzerine en ideal beslenme.
Sonuç olarak, mikrobiyota dengemizin bozukluğuna neden olan birçok faktörle daha anne karnından başlayarak karşılaşmaktayız. Şu anda dünyada insan sağlığını etkileyen birçok hastalığın mikrobiyota ile ilişkili olduğu da gösterildi. Mikrobiyota tüm hastalıkların ne tek nedeni, ne de tek sonucu. Ama mikrobiyota çeşitliliği ve renkliliğinizi korunmanız hastalıklardan korunmanızda ve sağlıklı yaşlanmanızda çok önemli. Yaşadığımız çağda bize düşen, bilimsel çalışmaların bize gösterdiği (aslında hepimizin etkilerini uzun yıllardır bildiğimiz) bazı yaklaşımlar ile mikrobiyotamızı korumak. Özellikle çocukların uzun dönem sağlıklı olabilmesi için herkesin “sağlıklı geçen bir gebelik”, “normal doğum”, “anne sütü ile beslenme” ve “akılcı antibiyotik kullanımı” konusunda çaba göstermesi çok önemli. Gelecek sağlıklı nesiller bu çabalar ve doğaya dost” olarak büyüyen çocuklar ile mümkün.