İSTANBUL (AA) - Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Uğur Deveci, meme kanseri teşhisinde uygulanan tru-cut biyopsi (iğne biyopsisi) yönteminin güvenli olduğunu belirterek, "Uygulamada ucunda iğne olan bir tabanca kullanılıyor. İçeri giren iğnenin ucu açılıyor. Parçayı içine aldıktan sonra çıkıyor. Çevreye bulaşmıyor. Biyopsi lokal anesteziyle yapılıyor. Ağrı hissedilmiyor. Korkulacak bir işlem değil. Bu işlemde doğruluk oranı yüzde 96-98'dir." bilgisini verdi.
Doç. Dr. Deveci, "Meme Kanseri Farkındalık Ayı" dolayısıyla yaptığı açıklamada, Türkiye'de ve dünyada, diğer kanser türlerinde olduğu gibi meme kanserinde de artış olduğuna ancak bu kanser türünde erken teşhis, cerrahi yöntemlerin gelişmesi ve farkındalığın artması sayesinde ölüm oranlarının azaldığına dikkati çekti.
Meme kanserinin erken teşhisinde son 5 yıl içerisinde önemli yol alındığını vurgulayan Deveci, 10 yıl önce 10 hastada 1 görülen erken evre meme kanseri teşhisi oranının bugün 5 hastada 1'e çıktığını ifade etti.
Teşhis için izlenecek ilk tarama yönteminin 20 yaşından itibaren ayda 1 kez kendi kendini muayene etmek olduğunu anlatan Deveci, şu bilgileri paylaştı:
"Banyodan önce ya da sonra aynanın karşısına geçin. Ayaktayken her iki meme birbirine simetrik mi, herhangi görüntüsel farklılık var mı, meme renginde bir değişiklik var mı bakın. Sonra elinizle dairesel hareketlerle tüm memeyi kontrol edin. Elinize gelen farklı bir durum var mı? Lenf bezi büyümesi olup olmadığını kontrol için koltuk altına bakın. Her iki meme ve koltuk altında bunu yapın. 20 yaşında bu kontrole başladığınızda, kadın memesinin yapısına alıştığınız için nerede ne var bileceksiniz. Orada bir farklılık olduğunu anladığınız anda hekime başvurun. Ya da memenin başından kanlı akıntı, deride kızarıklıklar olduğu zaman başvurmalı. Bu tespitler bize araştırılması gereken bir durum olduğunu gösteriyor."
- "Mamografilerin radyasyon oranları çok düşük"
Uğur Deveci, meme kanseri teşhisi için 40 yaşından itibaren her yıl mamografi ve ultrason çektirilmesi gerektiğini belirterek, "Bazı hastalar radyasyon nedeniyle mamografi çektirmek istemiyor. Oysa, günümüzde mamografilerin radyasyon oranları çok düşük. O kadar radyasyonu gün boyunca ekrandan, televizyondan ve çevreden zaten alıyoruz. Yılda en az bir kez yaptırılmalıdır. İşlem sırasında yapılan sıkıştırmada memesi yoğun olanlarda bir miktar ağrı olabilir. Ama az sıkıştırılarak yapılan işlemde tanı değeri düşüktür. Söz konusu ağrı kabul edilebilir seviyededir." değerlendirmesinde bulundu.
Hastaneye memesinde kitle olduğu şikayetiyle başvuran hastaların yüzde 10'unda meme kanserinin tespit edildiğini aktaran Deveci, ağrıyla başvuran hastaların büyük çoğunluğunda memeye ait kötü huylu hastalık ve kanser saptamadıklarını kaydetti.
Deveci, ağrının daha çok iyi huylu hastalıkların belirtisiyken, ağrısız ele gelen kitlelerin ise kanserin sinyali olabileceğine işaret ederek, "Cildimizdeki et benleri gibi memede birtakım yağ bezeleri veya kistler olabilir. Bunlar kötü şeyler değillerdir. Önemli olan bunu takibe almaktır. İleride bunların nasıl değişim, dönüşüm yapabileceğini bilemeyiz." ifadelerini kullandı.
- "Tru-cat biyopside doğruluk oranı yüzde 96-98"
Meme kanserinde kesin tanı koymanın tek yolunun biyopsi olduğunu aktaran Deveci, bazı hastaların "Meme, kanserini yayar mı?" endişesiyle bunu yaptırmaktan çekindiklerine değinerek, şunları kaydetti:
"Kanser tanısı koymadan ameliyat yapılmaz. Tanıyı da biyopsiyle koyuyoruz. Günümüzde uygulanan tru-cut biyopsi (iğne biyopsisi) yöntemi güvenlidir. Uygulamada ucunda iğne olan bir tabanca kullanılıyor. İçeri giren iğnenin ucu açılıyor. Parçayı içine aldıktan sonra çıkıyor. Çevreye bulaşmıyor. Biyopsi lokal anesteziyle yapılıyor. Ağrı hissedilmiyor. Korkulacak bir işlem değil. Bu işlemde doğruluk oranı yüzde 96-98'dir. Artık mastektomi denilen, memeyi çıkarma cerrahisi yapmak yerine meme koruyucu cerrahi, memeyi yerinde bırakarak yapılan cerrahiler daha çoğunluklu yapılıyor."
Doç. Dr. Deveci, hastalığın tedavisinin temelinde cerrahinin yer aldığını belirterek, şöyle devam etti:
"Cerrahi uygulanmadan şifa bulma ihtimali yok. Vücutta kanser dağılımı olmayan hastalardaki ilk tercih cerrahi yöntemle tümörün alınmasıdır. Bu işlem genellikle meme koruyucu cerrahi olarak yapılmaktadır. Çok nadiren memenin alınması söz konusu olur. Kanser tanısı alınan hastada vücuda dağılımı olan tümör saptanırsa ilk olarak onkolojik tedavi gerekiyor. Böylece, evresi geriletildikten sonra cerrahi tedavi alınabiliyor.
Öte yandan, genel cerrahlar, meme dokusunda büyük kayıplar olmasına karşın memeyi tekrar dizayn edebilir hale geldiler. Artık tüm memeyi aldığımız ameliyatların oranı azaldı. Ancak 10 hastadan 1'inin memesi alınırken, 9'unda meme koruyucu cerrahi uygulanıyor. Eskiden memenin tamamının alındığı hastalarda 1-2 yıl sonra vücudun kendi kas sistemi ya da silikon protezlerle rekonstrüksiyonlar yapılıyordu. Ama günümüzde kendi memesini kullanarak bu iş yapılabilir hale geldi. Onkoplastik cerrahide kendi meme dokusundan işlem yaparak orijinale yakın görüntü elde ediyoruz. Bu yöntemle yapılan ameliyatlardan sonra hastaya radyoterapi veriliyor. Eğer koltuk altı yayılımı varsa aynı cerrahiyle koltuk altı lenf bezleri temizlemesi yapılıyor."
- "Besinlerdeki koruyucu özelliklerin azalması kanser oranlarını yükseltiyor"
Meme kanserine yakalanmada genetik kaynaklı risklerin azaltılamayacağına dikkati çeken Deveci, koruyucu cerrahiyle önlem almanın gerekebileceğini ifade etti.
Çevresel faktörlerin değiştirilebileceğine işaret eden Deveci, "Obezite azaltılmalı. Yağlı gıdalar azaltılıp, sebze ve meyve ağırlıklı beslenilmeli. Alkol kullanılmamalı. Hareketli yaşam tercih edilmeli. Menopoz sonrasında kullanılan hormon replasman tedavisi, özellikle 5 yılı aşıyorsa, kanser gelişimini 2,5 kat arttırdığı için kadın doğum uzmanları da artık çok fazla önermiyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
Doç. Dr. Uğur Deveci, kansere yakalanma oranlarında son yıllarda yaşanan artışın çevresel faktörlerden kaynaklandığına dikkati çekerek, "Besinlerdeki antioksidan azaldı. Eskiden bir domatesten elde ettiğimiz antioksidan miktarını almak için artık 3 domates yemek gerekiyor. Genetiği ile oynanmış gıdalar, kimyasallarla ilaçlanmış sebze ve meyveler, hormonlu havyaların etlerini tüketiyoruz. Ekranlar, telefonlar, tabletler, her yerde radyasyon var. Radyasyon oranının artması, besinlerdeki koruyucu özelliklerin azalması, toksik etkilerin artması kanser oranlarının yükselmesine neden oluyor."