AK Parti MYK toplantısı
ANKARA (AA) - AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki güvenli bölgenin müttefikleriyle koordinasyon içinde gerçekleşmesini ve Türkiye'nin kontrolünde olmasını arzuladığını belirterek, "Ama bununla ilgili geçmişte yaşadığımız oyalama süreçleri söz konusu olursa burada Türkiye'nin kendi güvenlik ihtiyaçları bakımından gerekli hazırlıkları yaptığı da açıkça ortaya konulmaktadır." dedi.
Çelik, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında, parti genel merkezinde Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken basın toplantısı düzenledi, soruları yanıtladı.
S-400'lerle ilgili yeni siyasi değerlendirmeler bulunduğunu belirten Çelik, bu konuya girenlerin NATO ülkelerindeki silahların yeknesak ve koordineli olması gerektiğinden bahisle Türkiye'yi eleştirdiklerini ifade etti. Türkiye'nin Patriot almak isterken, Suriye'den ve Irak'tan kaynaklanan tehditler karşısında kendi hava savunma sistemini güçlendirme iradesinden bahsederken tüm süreci tafsilatlı şekilde ortaya koyduğunu anlatan Çelik, şöyle konuştu:
"Patriot almak istediğimizi ama olumlu cevap verilmediğini, gerek teslimat konusunda, gerek fiyat konusunda, gerek ortak üretim konusunda, teknoloji paylaşımı konusunda olumsuz yaklaşıldığını ifade ettik. Tabii bu arada diğer konuların da altını çizdik. Bir yandan YPG'ye verilen destekler devam ederken, bir yandan Türkiye'de 15 Temmuz'daki alçakça darbe girişiminin başında olan şahsın ABD'de karakola bile çağrılıp, herhangi bir şekilde ifadesine bile başvurulmaması gibi bir durum ortadayken Türkiye ittifaklık ilişkisinin öneminin altını çizmeye, ittifak ilişkilerinin koordinasyonundaki verimliliğin önemini belirtmeye devam ediyor. Burada ittifaklık ilişkisinin ruhuna ve mantığına aykırı davranan müttefiklerimizi de uyarmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla biz aslında ittifakın hem DEAŞ ile mücadele konusunda, en büyük kara ordusuna sahip ülke olarak hem de terörle mücadelenin diğer alanlarında ittifakın perspektifine uygun performans gösterme bakımından en önde gelen ülkelerden birisi olduğumuzun altını çizmek isterim.
Ama Türkiye kendi savunma sistemini güçlendirmek için girişimde bulunduğunda bunu sanki ittifaka karşı ya da uluslararası ortaklarımıza karşı meydan okuma gibi sunanların aslında ortaya koydukları tavrın herhangi bir şekilde siyasi ya da diplomatik bir değeri yok. Bu tamamen ön yargılı yaklaşımla ortaya konulan, Türkiye'yi belirli bir alana hapsetmeye çalışan bir yaklaşım."
- "Bu kadar farklı silah sistemi kullanılırken..."
Çelik, NATO üyesi AB ülkelerinde 154, ABD'de 27 ayrı silah sistemi kullanıldığına dikkati çekerek, bununla ilgili olarak hem NATO içerisindeki koordinasyonun artması hem silah sistemleri içerisindeki uyum açısından ortaya çıkan tablonun AB üyesi ülkelere her yıl 25 milyar avro maliyeti olduğunun AB Komisyonu yetkililerince belirtildiğini anlattı.
Çelik, "Bütün bu tablo ortadayken, bu kadar farklı silah sistemi kullanılırken sadece Türkiye'nin farklı bir silah sistemi alması sanki bütün bir tabloyu bozuyormuş gibi bir yaklaşımın gerçeklerle de uyuşmadığını belirtmek isterim." dedi.
AB üyesi ülkelerde Fransa'da Rafale, İsveç'te Gripen ve İtalya, Almanya, İspanya ve İngiltere tarafından kullanılan Eurofighter olmak üzere üç ayrı savaş jeti bulunduğunu aktaran Çelik, ABD'nin de en son F35'le gündeme geldiğini söyledi. Çelik, şöyle devam etti:
"Yine Amerikan ordusundan AB üyesi ülkelere karşı 19 farklı tipte tank kullanımı söz konusudur. Yani silah sistemleri arasında sanki tam bir uyum varmış da ülkeler arasında sadece Türkiye bunun dışına çıkıyormuş gibisinden bir yaklaşım doğru değil. Bu kadar farklı silah sistemi NATO içerisinde mümkündür. Üstelik Türkiye'den önce S-300 alan ülkeler arasında Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkeler söz konusudur. NATO üyesi ülkeler vardır içlerinde. Bütün bu tablo varken Türkiye'yi bu tabloyu bozuyormuş gibisinden, sanki ortada temelden güçlü sağlam bir konsensus var da Türkiye bunu bozuyormuş gibisinden bir yaklaşım tamamen propagandadan ibarettir, gerçeklerle hiçbir alakası yoktur.
Hiç kimse savunma ilişkileri açısından Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu bu sistemleri almasını ittifaka karşı bir tutum gibi yansıtmamalıdır. Hiç kimsenin de diğerini bu koordinasyon konusunda eleştirecek durumu yoktur."
Çelik, Türkiye'nin balistik füze tehdidine karşı hava ve füze savunma sistemini takviye etmek üzere arayışlarının doruğa çıktığı dönemde, 2013-2015 arasında Gaziantep'te ABD, Kahramanmaraş'ta Almanya, Adana'da Hollanda'ya ait patriot sistemlerinin görev yaptığını ancak bunların bir süre sonra ülkelerine götürüldüklerini hatırlattı.
Gelen patriotların geçici bir çözüm olduğunu ancak Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehdidin geçici olmadığını belirten Çelik, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehdidin tam tersine artarak ve güçlenerek devam ettiğini bildirdi. Çelik, şunları söyledi:
"Bu çerçevede ortaya çıkan bu analizler tamamen yanlış temele dayanan analizlerdir. Türkiye'nin NATO içerisindeki gücünü, işlevini ve NATO'nun tüm dünyada ortaya koyduğu misyon içindeki vazgeçilmez rolünü eleştirenlerin önce kendi durumlarını kritik etmelerinde fayda vardır. İkide bir Türkiye'nin NATO ile ilişkilerini bir kritik konusu yapmak, eleştiri konusu yapmak, baştan aşağı propagandadan ibaret, son derece yanlış bir yaklaşımdır. Çünkü Türkiye'yi çekip aldığınızda Türkiye'nin misyonunu yerine getirecek bir şekilde, bu derece performans gösteren, terörle mücadeleye bu kadar katkı sağlayan herhangi bir ülkeye ait değildir, bu eleştirileri getirenler ya da kendi ülkelerinden baktıklarında bu misyonu ortaya koyacak geçmişleri ve performansları yoktur."
- Suriye konusu
Ömer Çelik, Suriye'de güvenli bölge konusundaki tartışmaları yakinen izlediklerini, partisinin MKYK ve MYK toplantılarında da konuyu değerlendirdiklerini bildirdi.
Türkiye'nin ABD ile ilk ortak keşif uçuşunun, Müşterek Harekat Merkezi'nin kurulmasından sonra 24 Ağustos'ta iki helikopterle yapıldığını anımsatan Çelik, şöyle devam etti:
"Burada herkesin gözü önünde gerçekleşen bir tablo. Bu PYD-YPG unsurlarının bu güvenli bölgeden çıkarılması gerektiğini, bunların bu güvenli bölgeye Suriye'den gelmiş, burada misafirimiz olan kişilerin geri dönmesini sağlayacak şekilde buranın yapılandırılması gerektiğini ve güvenli bölgenin Türkiye'nin kontrolünde olması gerektiğini önemli bir şekilde, büyük hassasiyetle takip ediyoruz. Tabii Türkiye bu güvenli bölgenin müttefiklerimizle birlikte koordinasyon içinde gerçekleşmesini, Türkiye'nin kontrolünde olmasını arzu eder ama bununla ilgili geçmişte yaşadığımız oyalama süreçleri söz konusu olursa burada Türkiye'nin kendi güvenlik ihtiyaçları bakımından gerekli hazırlıkları yaptığı da açıkça ortaya konulmaktadır. En son Cumhurbaşkanımız yaptığı konuşmada, bununla ilgili haftalara sari bir dönem içerisinde durumu takip edeceğini ve Türkiye'nin bu talepleri yerine gelirse zaten güvenli bölge kurulmuş olacak ama bu talepleri yerine gelmezse Türkiye'nin kendi adımını atabilecek kapasitede olduğunu ifade ettiler. Dolayısıyla önemli olan burada müttefiklerimizle bunu gerçekleştirmek şeklinde, koordinasyon içinde bunu gerçekleştirmek şeklindeki iradenin altını çiziyoruz. Bu şekilde gerçekleşirse ve Türkiye'nin kontrolünde bir güvenli bölge olursa, PYD-YPG unsurları oradan çıkarılırsa tüm bunlar müttefiklerimizle beraber Suriye'nin ortak bütünlüğüne dönük olarak olumlu bir işe imza attığımızı ortaya çıkaracaktır.
Nitekim Rusya'dan gelen açıklamalarda Türkiye'nin ortaya koyduğu bu yaklaşımı anlayışla karşıladıklarını, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı terör tehdidini gördüklerini, ayrıca Türkiye'nin mülteciler yüzünden ağır yükle karşı karşıya kaldığını gördüklerini ve Türkiye'nin güvenli bölge talebinin, burası önemli bir konu, Suriye'nin toprak bütünlüğünü herhangi bir şekilde zedelemeyeceğini, Suriye'nin toprak bütünlüğüne katkı sağlayacak sonuç ortaya çıkaracağını onlar da ifade ediyorlar. Bizim açımızdan önemli olan şey Suriye'nin toprak bütünlüğüdür ve Suriye'nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesidir. Tabii bu arada da hiçbir şekilde Türkiye'ye dönük bir güvenlik tehdidinin orada oluşmamasıdır. Güvenlik tehdidi oluşturanların hem Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehir ettiklerini hem oradaki fiili durumdan yararlanarak bir terör devletçiği kurmaya çalıştıklarını görüyoruz. Aslında bizim ortaya koyduğumuz bu yaklaşım demokratik değerlere de barışa da en uygun yaklaşımdır. Hem Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, Suriye'nin geleceğine Suriye halkının karar vermesi, siyasi çözüm üzerinden Suriye meselesinin ele alınması gibi temel değerlerle uyumludur."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.