ANALİZ - Biden azalan oylarına rağmen hâlâ önde gidiyor
İSTANBUL (AA) -ADAM MCCONNEL- ABD Başkanı Donald Trump'a karşı 3 Kasım 2020'de kimin "kavga vaziyeti" alacağını belirleme yarışı artık hızını ve demini iyice almış durumda. Eski Başkan Yardımcısı Joseph Biden adaylığını resmen ilan ettiği sırada, bütün büyük Demokrat Parti adayları yarışa çoktan resmen dâhil olmuş bulunuyorlardı. Gelecek yaza kadar ülke genelinde Demokrat seçmenleri ikna etmeye çalışacaklar; Trump’a karşı partiyi kimin temsil edeceğine dair nihai karar ise 2020 Temmuz'unun ortalarında yapılacak Demokrat Parti Ulusal Kongre'sinde verilecek.
Çağımızda, ABD başkanlık seçimi döngüsü, süre olarak, ara seçimlerin hemen ardından başladığı bir noktaya varacak derecede genişlemiş durumda. Resmi bir duyuru yapılmamış olmasına rağmen Elizabeth Warren gibi potansiyel adaylar geçtiğimiz senenin sonlarına doğru seçim kampanyalarını fiilen başlattılar. O zamandan itibaren Demokrat Parti'nin aday sayısı epey şişti ve adaylığını ilan edenlerin sayısı bir ara yirmiyi dahi aştı.
Sırayla eyalet bazında düzenlenen parti kongreleri ve ön seçimler, önümüzdeki yılın hemen başlarında start alacak. Bu kongre ve ön seçimler her bir eyalette halkın en çok hangi aday adayını beğendiğinin tespitinde belirleyici olmakla birlikte bu organizasyonların genel gidişatı da çok büyük ölçüde sonuçlardan etkileniyor. Özellikle 3 Şubat'ta Iowa kongresi ve 11 Şubat'ta New Hampshire ön seçimlerinden gelen en erken sonuçlar, yarışın geri kalan kısmının nasıl geçeceğinin de birer habercisi olarak görülür.
- Mevcut durum
Pek çok kişinin bildiği gibi, Joe Biden, adaylığını Nisan ayı sonlarında ilan eder etmez Demokrat Parti başkan adaylığı yarışında ilk sırayı aldı. Onu favoriler arasında hemen birinci sıraya yerleştiren statüsü ulusal siyasette geçirdiği uzun yıllar boyunca edindiği tecrübeden; özellikle de parçası olduğu önceki başkanlık kampanyalarından ve sekiz yıllık başkan yardımcılığından geliyor; bu da "Joe Biden" ismine diğer hiçbir adayın yanına yaklaşamayacağı bir itibar katıyor.
Kampanyaların resmen duyurulduğundan beri geçen aylar zarfında yapılan kamuoyu yoklamaları, temel olarak, Biden'ın diğer bütün adaylara karşı (genelde çift haneli yüzde farklarıyla) büyük bir avantaja sahip olduğunu gösteriyor. Bu avantaj son iki ayda bir miktar erimiş gibi görünse de, Biden hâlâ Demokrat Partinin önde gelen adayı olarak görülmek durumunda. Yakın zamana kadar, aynı kamuoyu yoklamaları genel olarak Vermont Senatörü Bernie Sanders ve Massachusetts Senatörü Elizabeth Warren'ın ikincilik için çekiştiğini, onların hemen ardından da -aradaki farkı giderek kapatan bir süratle- Kaliforniya Senatörü Kamala Harris'in geldiğini gösteriyordu. Ancak Warren, önerdiği politikaların sağlamlığı sayesinde artık Sanders'ı geride bırakarak ikinci sıraya çıkmış görünüyor.
Öte yandan, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek anket de Warren'ın popülerliğinin arttığına ve Biden'a olan desteğin yerinde saydığına işaret ediyor; hatta iki güncel anket, Iowa'daki parti kongresi öncesinde Warren ve Biden'ı istatistikî bir beraberlik halinde gösteriyor. [1] Bu kamuoyu yoklamalarının birer "uç değer" olup olmadığı elbette ortaya çıkacak; fakat Iowa veya New Hampshire'da yaşanacak bir Warren zaferi onu adaylık konusunda aniden birinci sıraya fırlatabilir.
- İhtimaller
Warren, popülaritesinin artmasından hoşlanıyor gibi görünse de, kampanyasına ilişkin temel tartışma, Demokrat Parti'nin adayı olarak seçildiği takdirde Trump’ı yenip yenemeyeceği. Ve bu temel tartışmaya, Hillary Clinton'ın 2016'da başarısız olan kampanyasının herkesin hafızasında henüz tazeliğini koruduğu bir zamanda, "Warren gerçekten bu makamı hak ediyor mu?" sorusundan daha büyük önem veriliyor. Warren'ın doğru odaklanan bir tanıtım kampanyasınca desteklenen ve iyi araştırılmış olan reform önerileri, üç yıl önce Clinton cephesinde yer alan birçok öneriden daha kapsamlı ve daha radikal. Warren'ın halk tabanından yeterli destek göremeyecek derecede radikal olduğu algısı, üstüne üstlük bir de kadın olması, adaylığını sorgulayanların sürekli gündeme getirdiği konular.
Biden, Warren'la ilgili birer dezavantaj olarak algılanan buna benzer konulardan muzdarip değil; ancak bu zaman zarfında Biden'ın uzun siyasi geçmişi kendi aleyhine işlemeye başlamış gibi görünüyor, zira başkan aday adayı olduğundan beri geçmişindeki her şey eşelenerek madde madde ortaya çıkarılıyor. Özellikle, Biden'ın siyahi seçmenler nezdindeki popülaritesi kuvvetli olduğu bir nokta olarak lanse edildi; fakat ırk konusundaki sicili hep şimdiki gibi kusursuz değildi. Televizyondan canlı verilen tartışmalarda diğer adaylar, Biden'a özellikle ırk konusunda geçmişte yaptığı yorumlar temelinde hücum ederek onun güçlü noktalarından birini, birdenbire, hesap vermesi gereken bir meseleye çevirdiler. Biden'ın bir de halka hitabet sırasında gaf yapma eğilimi var; adaylığı süresince şimdiye kadar birçok çam devirdi.
Sanders'ın popülerliği de ileri yaşı (78) ve televizyon tartışmalarında sönük kalan performansına dair endişelerden dolayı biraz azalmış durumda. Onun (ve destekçilerinin) siyasi görüşlerinin esneklik göstermeyen militanca bir mahiyet arz etmesi, kendisine normalde sempati duyacak insanlara -üstelik bu sefer yarışta çok erken bir safhada- yeniden bıkkınlık veriyor. Son iki ayda yapılan anketler, diğer adaylar medyanın ilgisini daha fazla çektiğinden, Sanders'a verilen desteğin oranında sürekli düşüşler olduğunu ortaya koydu. Alarm veren popülaritesini kurtarmak için Sanders, iki hafta önce kampanya ekibinin bir bölümünü değiştirdi.
Harris artık dördüncü en popüler aday olarak görünmekle birlikte, Sanders'la üçüncülük mücadelesi veriyor. Bu yüzden Harris'le de ilgili birtakım menfi yorumlar gelmekte gecikmedi. Harris'in adı (Kamala), annesinin Güney Asya ve Tamil kökenlerinden geliyor; babası ise Jamaikalı. Üniversitede hukuk okuduktan ve kanun yürütmede geçen bir kariyerin ardından Harris 15 yıl önce San Francisco'da bölge başsavcısı olarak siyasi kariyerine başladı; daha sonra ise Kaliforniya başsavcısı seçildi. 2016 yılında ise başsavcı olarak kamuoyu nezdinde sahip olduğu konum ve itibarını çok akıllıca kullanarak bunları, girdiği seçimlerde Kaliforniya Senato'sunda bir sandalyeye tahvil etmesini bildi.
Harris'in televizyonda yayınlanan tartışmalardaki performansı popülerliğini artırdığı gibi kampanyasının adının da daha çok duyulmasına vesile oldu, fakat son haftalarda kamuoyu yoklamalarında yeniden düşüşe geçti. Harris'in ekibi, kampanyasını yeniden canlandırmak için şimdi Iowa'da ve/veya New Hampshire'da güçlü bir varlık ortaya koymaya odaklanmış durumda. Fakat gerçekçi olalım: Harris muhtemelen geleceğin başkanlık kampanyalarının bir adayı, zira nispeten genç ve ulusal sahnedeki siyasi kariyerinin daha çok başlarında gibi görünüyor.
- Peki ya dış politika ve özellikle Türkiye?
Dış politika meseleleri, Demokrat Parti aday adaylarının tartışmalarında zaman zaman gündeme geldi. Ancak dış politika, adayların genel olarak bilgi sahibi olduklarını göstermeye çalıştıkları ama ilgili bir konuya değinir değinmez detaylara girmek zorunda kalmamak için olabildiğince çabuk kaçtıkları bir alan olmaya devam ediyor. ABD'nin Afganistan'daki eylemlerinin seyri ve ABD'nin diğer toplumlara müdahalesinin mahiyeti gibi konular, Trump yönetimiyle Pekin arasındaki mevcut ticari gerilimler de dahil olmak üzere gündeme geldi; fakat adayların cevapları yüzeysel kalma temayülü gösterdi.
Biden, başkan yardımcısı olarak edindiği tecrübeden dolayı, dış politika alanında gerçek bir siyasi tecrübeden gelen yetkinlikle konuşabilen tek aday. Aday adaylarından Indiana, South Bend Belediye Başkanı Pete Buttigieg, kapsamlı bir denizaşırı tecrübeye sahip olan diğer tek aday; bu tecrübesi ABD Deniz Kuvvetleri'nde [teğmen olarak] geçirdiği zaman ve McKinsey & Company için müteahhitlik yaptığı işlerden geliyor. Ne yazık ki Biden'ın siyasi sicili burada da kendisine sorun çıkarıyor, zira Delaware senatörü olarak 2003 yılında ABD'nin Irak işgaline "evet" oyu vermişti. Yaz boyunca süren tartışmalarda Biden bu konuda büyük salvolar yedi.
Aday adaylarına dış politikanın en önemli maddelerine dair tutumlarını teferruatlı bir şekilde izah ederek netleştirme şansı sunabilmek için (ABD'nin en eski ve etkin düşünce kuruluşlarından olan) Dış İlişkiler Konseyi (CFR), Demokratik aday adaylarını dış politika hakkında 12 soruyu yanıtlamaya davet etti ve cevapları geldikten sonra hepsini kelimesi kelimesine yayınladı. [2] Soruların hiçbiri doğrudan Türkiye'yle ilgili değildi, fakat Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeyle ilgili, özellikle Afganistan, İsrail-Filistin çatışması ve Suudi Arabistan'la ilgili sorular vardı. Beklenildiği gibi, adayların cevapları büyük ölçüde belirsiz ancak kulağa sert ve müsamahasız gelen, böylece dinleyenlerde adayın hem çok kararlı hem de bilgili olduğu izlenimini uyandıracak ifadelerden oluşuyordu.
En önde gelen dört adayın cevaplarını, alfabetik bir sırayla ilerleyerek paylaşalım: Biden, “Müslüman yasağını” (yani, Trump'ın nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan belli ülkelerden gelen göçmenlere koyduğu ülkeye giriş yasağını) sonlandıracağını ve ABD tarafından kabul edilen mültecilerin sayısını artıracağını beyan etti ki bu kesinlikle iyi bir haber. Biden ayrıca Suudi Arabistan'ın Yemen'deki hedeflerinin peşinden gitmesine imkan tanıyan ABD yardımlarını sonlandıracağını ve eylemlerinden dolayı Riyad'ı sorumlu tutacağını söylemekle birlikte bunu tam olarak nasıl yapacağına dair hiçbir detay vermiyor. İsrail-Filistin çatışması konusunda iki devletli çözümü destekliyor.
Harris Ukrayna konusunda, “… demokratik değerleri, insan haklarını ve uluslararası hukukun üstünlüğünü savunmak için Putin'e karşı koymayı” vadediyor, ancak bu iddiayı nasıl gerçekleştireceğine dair planlarına girmiyor. Suudi Arabistan'ın Yemen'deki savaşını mümkün kılan ABD desteğini sonlandıracağını o da belirtiyor. Ama Harris'in bu konudaki avantajı Senato'daki oy sicilinin de sözlerini destekliyor olması. İsrail-Filistin çatışmasında Harris de iki devletli çözümü destekliyor.
Sanders'ın verdiği 12 cevabın on tanesi tek bir paragraftan fazla etmiyor. Çok utanç verici bir hal olarak Sanders 2016 yılındaki kampanyasında dış politika konusunda bir tutum sergileme gereği dahi duymamıştı; belli ki dış politika meselesini hâlâ bir fazlalık olarak görüyor. Suudi Arabistan'la ilgili soruya cevap olarak, otoriter rejimlerden daha çok demokratik hükümetlerle çalışmayı tercih edeceğini belirtiyor; bu konudaki esas mesele ise Sanders'ın ABD medyasındaki yoğun Türkiye karşıtı propagandaya kulak tıkayarak Türkiye'nin aslında beyan ettiği tercihe en çok uyan ülke olduğu gerçeğini görüp göremeyeceği. Sanders da İsrail-Filistin çatışmasında iki devletli çözümü destekliyor.
Warren Rusya ve Ukrayna hakkındaki soruya verdiği cevapta, "NATO müttefiklerinin yükselişte olan bir Rusya tarafından tehdit edilen güvenliğini güçlendirecek dayanıklı bir strateji" izlemekten, Rusya'yı eylemlerinden sorumlu tutmaktan ve agresiflik olarak şimdikilerin daha da ötesine giden eylemlere caydırıcılıkla engel olmaktan bahsediyor. Mevcut ve önceki ABD yönetimleri Türkiye’yi bütün Karadeniz’de olduğu gibi Suriye'de de Rusya'ya karşı tek başına bıraktı. Bu, Warren’ın daha strateji oluşturma safhasına gelmeden ABD’nin bölgesel duruşunu ve kapasitesini canlandırması gerekeceği anlamına geliyor. Suudi Arabistan ve İsrail-Filistin çatışması konusundaki cevaplarında da teferruatlara yer olmasa da bu cevapların hem çok güçlü hem de dengeli "tınlamalarına" dikkat edilmiş. İsrail-Filistin çatışmasında iki devletli çözüm fikrine destek olanların arasında Warren de var.
Genel olarak baktığımızda dış politika, Demokrat Parti'nin başkan aday adaylarının seçim gündemlerinde hâlâ küçük bir yer işgal ediyor. ABD’nin karşı karşıya olduğu birçok ciddi iç mesele nedeniyle ve bu meselelerin birçoğunun uluslararası boyutlara sahip olmasına rağmen, dış politika, Amerikan toplumunda iç meseleler konusunda süregiden tartışmaların gölgesinde kalacaktır. Umulur ki önümüzdeki aylarda aday adayları, başkan seçildikleri takdirde Türkiye'ye ve içinde bulunduğu bölgeye nasıl bir tarzda yaklaşacaklarına dair bize daha fazla bilgi verirler.
- Özür
2020 seçim dönemine dair son bir not: birkaç gün önce eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve kocasının resimleri, Gülen kültünün şu anda ABD'de yaşayan en mahut kaçaklarından birinin Twitter "feed"inde ortaya çıktı. Bu resimler, Clintonlarla Gülen'in katil örgütü arasındaki münasebetin, bir başkan adayıyla özel bir çıkar grubu arasındaki sıradan bir ilişkiden daha derinlere uzandığını net bir şekilde ortaya koydu. Hillary Clinton şimdilerde zamanını demokrasi ve insan hakları üzerine konuşmalar yaparak geçiriyor (Twitter hesabına bakınız), ancak Türkiye'nin devlet kurumlarını kontrol altına almaya ve demokrasisini söndürmeye kararlı ve bu amacın peşinde yüzlerce Türk vatandaşını katletmiş olan akıl hastası bir kültün eylemlerinden hiç pişman olmayan bir üyesiyle dostane kareler vermekte bir beis görmüyor. Bu nedenle, 2016 seçim sürecinde Gülen'in Hillary Clinton'ın kampanyasına yaptığı bağışları olduğundan daha önemsiz gösteren yorumlarım olduysa bunları geri alıyor ve özür diliyorum. Clinton’ın Gülen'in örgütüne ve elemanlarına yakın olduğu konusunda ısrar edenler haklı çıktılar. Ben ise yanıldım.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir. Tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır]
[1] https://www.politico.com/story/2019/09/21/iowa-poll-warren-biden-lead-crowded-field-1507269
[2] https://www.cfr.org/election-2020/candidates-answer-cfrs-questions
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.